TAŞPINAR’IN
ANLATTIKLARI
M. Faruk KUTLU-2015
Toroslar’ın en
doğusunda Berit Dağı’nın kuzeyini gören tepelikte suyum yeryüzüne çıkmıştı.
Etrafım ağaçlıkla çevriliydi, çeşitli yaban hayvanları bana gelip
susuzluklarını giderirlerdi.
İnsan denen varlığı
da burada tanıdım. Suyumu içen hayvanları avlamak için gelirler, avlanır, yer,
içer giderlerdi. Ama kimlerdi, nereden gelir nereye giderler hiç bilmezdim. Ben
insanları sevmiştim, yanımda kalın diye seslenirdim ama onlar benim sesimi
duymaz, alıp başlarını geldikleri yere geri dönerlerdi.
Ama sesimi duyurabildiğim
arkadaşlarım da yok değildi hani. Yıllardır tanıdığım iki aslan vardı. Onları
ta küçüklüklerinden beri tanırım. İlk su içmeye geldikleri gün kavgaya
tutuştuklarında durmaları için avazım çıktığı kadar bağırdım. Kavgayı kesip
korkup kaçtılar. Sonraki gelişlerinde kavga etmedikleri için memnuniyetimi
belirttim. Çok sevindiler ve her gelişlerinde ormanda olan biteni bana
anlattılar.
Yıllar böyle
geçiyordu ama bir gün telaşla geldiler. Uzaktan gelen kalabalık insan ve
hayvanları gördüklerini söylediler, heyecanlıydılar. Koşarak uzaklaştılar. Akşam üzeri yanıma son
kez geldiler, telaşla suyumdan yudumluyorlardı. İşte her şey o anda oldu.
Nereden geldiği belli olmayan bir ok “CUP” diye tam göbeğime saplandı. Aslanlar
telaşla kafalarını kaldırdıklarında ağaçların arkasındaki gölgeleri fark edip
olanca hızlarıyla uzaklaşıp gittiler. Ormanlık alanda kaybolup giden aslanları
son görüşümdü bu.
Ağaçların arasındaki
gölgeler bana doğru yaklaşmaya başlayınca bunların tepeden tırnağa silahlı
insanlar olduğunu gördüm. Tepelerinde tüyler sarkan miğferleri, ellerinde
mızrak ve yaylar, bellerinde düz kılıçlarıyla vücutlarını saran deri zırhlar
vardı... Sonra diğerleri geldiler atlar, arabalar. Bu insan ve hayvanlardan
oluşan topluluk içinde biri vardı ki o ne derse diğerleri hemen yerine
getiriyordu. Sonra öğrendiğime göre o komutanlarıymış. ‘O’ dediğim insan
hepsinden daha iri ve süslüydü. Miğferindeki tüyler daha uzun vücudu daha
parlak zırhla kaplıydı. El kol işaretleri yaparak bir şeyler söyledi. İnsanlar
koşturmaya başladı. Arabalar boşaltılıp çadırlar kurulmaya başladılar. Akşam
olunca çadırlarına çekildi bir kısmı, bir kısmı yanan ateşin çevresine uzandı.
Ellerinde uzun sopa tutanlar da sabaha kadar uyumadan gezindiler. Ertesi sabah
toplanıp gideceklerini sanmıştım ama yanılmışım. Ertesi sabah , ertesi sabah,
daha sonraki sabah ayrılmadılar. Gitmiyorlardı...
Günler geçti ne
konuştuklarını da anlamaya başlamıştım. Bir gün çevremi bir kalabalık sardı.
Herkes bana bakıyor, bir şeyler konuşuyordu. Komutan geldi o da bana bakıp bir
şeyler söyleyip işaretler yaptı. Sonra askerlerin içindeki sıska askeri yanına
çağırdı: “Buraya güzel bir çeşme yap ki
biz de hayvanlarımız da bu suyu rahat kullanalım” dediğini anladım. Çeşme ne
demek, su nasıl rahat kullanılır çözememiştim.
Sıska adam komutan
gittikten sonra birilerini yanına çağırdı. Adamlara bir şeyler anlattıktan
sonra hepsi bir yerlere dağıldı. bir süre sonra sıska adam ve diğerleri
arabalarla yanıma gelmeye başladılar. Arabalarda taşlar vardı. Getirdikleri
taşları biraz uzağımı dökmeye başladılar. Bunlar ne yapıyor beni kapatacaklar
mı diye korkuya kapılmıştım.
Taşları ellerindeki
bir takım aletlerle kırmaya başladılar. Kırdıkça taşlara değişik şekiller
vermeye başladılar. Büyük bir keyifle kırıp değiştirdikleri taşlara bakıyordum.
Sonra inanılmaz bir şey gördüm. Taş kıranlardan biri Sıska adama üzerlerinde aslan şekli verilmiş kabartmaları
gösteriyordu. Çok heyecanlanmıştım, bunlar benim aslan arkadaşlarımdı. İki ayrı
taş üzerine karşılıklı birbirine bakan iki aslan kabartması vardı. Ama onları
neden yapmışlardı anlayamamıştım.
Taşlara şekil
vermekten bıktılar mı yoksa ellerinde taş mı kalmadı bilemiyorum askerler işi
bıraktılar. Etrafıma gerdikleri iplerin içlerine taşları dizmeye başladılar. Ne
yapıyor bunlar beni kapatacaklar mı? Hayır beni biraz kazıp etrafıma düz
taşları dizdiler. Suyum şimdi taşların arasındaydı. Bir gövdeye sahip gibi
hissediyordum kendimi. Yanlara iki sütun diktiler. Sütunların ortasına iki
pirinç boru ile bana ağız yaptılar. Suyum buradan önümdeki yalağa gürültüyle
akmağa başladı. Her iki yandaki sütunların üzerine küçük taşları kavisli bir
şekilde dizmeye başladılar. Az sonra taşlar yukarıda bir kemerde birleşti.
Araya kilit taşını koyduktan sonra kemer tamamlandı. Kemerin iki yanındaki
duvarı yükselttiler ve aslan kabartmalarını her iki yana koydular. Üzerine
dizilen taşlarla tavan yaparak işlerini bitirdiler. Bütün bunları önümdeki su
birikintisinden heyecanla takip etmiştim.
Bu insanlar toprağın
içinde yatan beni ayağa kaldırıp bir vücut vermişlerdi. Hayranlıkla kendimi
seyretmem önümdeki su birikintisini kapatan insanlar sayesinde son buldu.
Karşıma gelen kalabalık beni hayranlıkla izliyordu. Sonra komutan gelip beni
iyice süzdü, gülümsedi yanındaki Sıska adama güzel şeyler söyledi. Etrafımda
benim için tören düzenlendi, sonra da bütün adamlara ziyafet verildi. Hayatımın
en güzel günüydü. Yani ikinci doğum günüm...
Bana vücut veren
insanlarla mutlu yıllar geçirdim. Nice insan ve onların hayvanları suyumu içti
bilemiyorum ama bir gün sessizce çekip gittiler. Ağaçların arasında yine yalnız
kalmıştım. Gündüzler geceler boyu suyum aktı durdu. Ormandaki eski dostlarımdan
kalan yoktu ama onların çocukları beni yalnız bırakmadılar. Tabi onlar gelene
kadar.
Gelenler yorgun,
üzgün ve yılgındı... Atları, öküz arabaları, küçük ve büyükbaş hayvanları da
yorgundu. Çok uzaktan geliyorlardı bir öncekiler gibi. Ama bir farkla;
öncekiler savaş için gelmişti, bunlar savaştan kaçmışlardı. Erkeklerin başında
kalpak, vücutları silahla kaplıydı. Kadınlar yerlere kadar uzanan süslü
giysiler içindeydi. Acaba bu insanlar da diğerleri gibi kalacak mı yoksa
gidecekler miydi?
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder