4 Mart 2015 Çarşamba


TAŞPINAR’IN ANLATTIKLARI
M. Faruk KUTLU-2015

Toroslar’ın en doğusunda Berit Dağı’nın kuzeyini gören tepelikte suyum yeryüzüne çıkmıştı. Etrafım ağaçlıkla çevriliydi, çeşitli yaban hayvanları bana gelip susuzluklarını giderirlerdi.
İnsan denen varlığı da burada tanıdım. Suyumu içen hayvanları avlamak için gelirler, avlanır, yer, içer giderlerdi. Ama kimlerdi, nereden gelir nereye giderler hiç bilmezdim. Ben insanları sevmiştim, yanımda kalın diye seslenirdim ama onlar benim sesimi duymaz, alıp başlarını geldikleri yere geri dönerlerdi.
Ama sesimi duyurabildiğim arkadaşlarım da yok değildi hani. Yıllardır tanıdığım iki aslan vardı. Onları ta küçüklüklerinden beri tanırım. İlk su içmeye geldikleri gün kavgaya tutuştuklarında durmaları için avazım çıktığı kadar bağırdım. Kavgayı kesip korkup kaçtılar. Sonraki gelişlerinde kavga etmedikleri için memnuniyetimi belirttim. Çok sevindiler ve her gelişlerinde ormanda olan biteni bana anlattılar.
Yıllar böyle geçiyordu ama bir gün telaşla geldiler. Uzaktan gelen kalabalık insan ve hayvanları gördüklerini söylediler, heyecanlıydılar.  Koşarak uzaklaştılar. Akşam üzeri yanıma son kez geldiler, telaşla suyumdan yudumluyorlardı. İşte her şey o anda oldu. Nereden geldiği belli olmayan bir ok “CUP” diye tam göbeğime saplandı. Aslanlar telaşla kafalarını kaldırdıklarında ağaçların arkasındaki gölgeleri fark edip olanca hızlarıyla uzaklaşıp gittiler. Ormanlık alanda kaybolup giden aslanları son görüşümdü bu.
Ağaçların arasındaki gölgeler bana doğru yaklaşmaya başlayınca bunların tepeden tırnağa silahlı insanlar olduğunu gördüm. Tepelerinde tüyler sarkan miğferleri, ellerinde mızrak ve yaylar, bellerinde düz kılıçlarıyla vücutlarını saran deri zırhlar vardı... Sonra diğerleri geldiler atlar, arabalar. Bu insan ve hayvanlardan oluşan topluluk içinde biri vardı ki o ne derse diğerleri hemen yerine getiriyordu. Sonra öğrendiğime göre o komutanlarıymış. ‘O’ dediğim insan hepsinden daha iri ve süslüydü. Miğferindeki tüyler daha uzun vücudu daha parlak zırhla kaplıydı. El kol işaretleri yaparak bir şeyler söyledi. İnsanlar koşturmaya başladı. Arabalar boşaltılıp çadırlar kurulmaya başladılar. Akşam olunca çadırlarına çekildi bir kısmı, bir kısmı yanan ateşin çevresine uzandı. Ellerinde uzun sopa tutanlar da sabaha kadar uyumadan gezindiler. Ertesi sabah toplanıp gideceklerini sanmıştım ama yanılmışım. Ertesi sabah , ertesi sabah, daha sonraki sabah ayrılmadılar. Gitmiyorlardı...
Günler geçti ne konuştuklarını da anlamaya başlamıştım. Bir gün çevremi bir kalabalık sardı. Herkes bana bakıyor, bir şeyler konuşuyordu. Komutan geldi o da bana bakıp bir şeyler söyleyip işaretler yaptı. Sonra askerlerin içindeki sıska askeri yanına çağırdı:  “Buraya güzel bir çeşme yap ki biz de hayvanlarımız da bu suyu rahat kullanalım” dediğini anladım. Çeşme ne demek, su nasıl rahat kullanılır çözememiştim. 
Sıska adam komutan gittikten sonra birilerini yanına çağırdı. Adamlara bir şeyler anlattıktan sonra hepsi bir yerlere dağıldı. bir süre sonra sıska adam ve diğerleri arabalarla yanıma gelmeye başladılar. Arabalarda taşlar vardı. Getirdikleri taşları biraz uzağımı dökmeye başladılar. Bunlar ne yapıyor beni kapatacaklar mı diye korkuya kapılmıştım.
Taşları ellerindeki bir takım aletlerle kırmaya başladılar. Kırdıkça taşlara değişik şekiller vermeye başladılar. Büyük bir keyifle kırıp değiştirdikleri taşlara bakıyordum. Sonra inanılmaz bir şey gördüm. Taş kıranlardan biri Sıska adama  üzerlerinde aslan şekli verilmiş kabartmaları gösteriyordu. Çok heyecanlanmıştım, bunlar benim aslan arkadaşlarımdı. İki ayrı taş üzerine karşılıklı birbirine bakan iki aslan kabartması vardı. Ama onları neden yapmışlardı anlayamamıştım.
Taşlara şekil vermekten bıktılar mı yoksa ellerinde taş mı kalmadı bilemiyorum askerler işi bıraktılar. Etrafıma gerdikleri iplerin içlerine taşları dizmeye başladılar. Ne yapıyor bunlar beni kapatacaklar mı? Hayır beni biraz kazıp etrafıma düz taşları dizdiler. Suyum şimdi taşların arasındaydı. Bir gövdeye sahip gibi hissediyordum kendimi. Yanlara iki sütun diktiler. Sütunların ortasına iki pirinç boru ile bana ağız yaptılar. Suyum buradan önümdeki yalağa gürültüyle akmağa başladı. Her iki yandaki sütunların üzerine küçük taşları kavisli bir şekilde dizmeye başladılar. Az sonra taşlar yukarıda bir kemerde birleşti. Araya kilit taşını koyduktan sonra kemer tamamlandı. Kemerin iki yanındaki duvarı yükselttiler ve aslan kabartmalarını her iki yana koydular. Üzerine dizilen taşlarla tavan yaparak işlerini bitirdiler. Bütün bunları önümdeki su birikintisinden heyecanla takip etmiştim.
Bu insanlar toprağın içinde yatan beni ayağa kaldırıp bir vücut vermişlerdi. Hayranlıkla kendimi seyretmem önümdeki su birikintisini kapatan insanlar sayesinde son buldu. Karşıma gelen kalabalık beni hayranlıkla izliyordu. Sonra komutan gelip beni iyice süzdü, gülümsedi yanındaki Sıska adama güzel şeyler söyledi. Etrafımda benim için tören düzenlendi, sonra da bütün adamlara ziyafet verildi. Hayatımın en güzel günüydü. Yani ikinci doğum günüm...
Bana vücut veren insanlarla mutlu yıllar geçirdim. Nice insan ve onların hayvanları suyumu içti bilemiyorum ama bir gün sessizce çekip gittiler. Ağaçların arasında yine yalnız kalmıştım. Gündüzler geceler boyu suyum aktı durdu. Ormandaki eski dostlarımdan kalan yoktu ama onların çocukları beni yalnız bırakmadılar. Tabi onlar gelene kadar.
Gelenler yorgun, üzgün ve yılgındı... Atları, öküz arabaları, küçük ve büyükbaş hayvanları da yorgundu. Çok uzaktan geliyorlardı bir öncekiler gibi. Ama bir farkla; öncekiler savaş için gelmişti, bunlar savaştan kaçmışlardı. Erkeklerin başında kalpak, vücutları silahla kaplıydı. Kadınlar yerlere kadar uzanan süslü giysiler içindeydi. Acaba bu insanlar da diğerleri gibi kalacak mı yoksa gidecekler miydi?


DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok: