5 Haziran 2010 Cumartesi

Zabbari'den Balla Bakka'ya...




Zabbari zabbari zabba...
Da ma lalxal, sa ma lalxal
Zabbari zabba...
Harım sa vi harım sa yi
Zabbari zabba...
Müziğini düğünlerde yıllarca duyduğumuz, oynunu çeşitli kişilerden izlediğimiz ''Zabbari'' Çardak kültüründe çok bilinen öğelerden biridir. Sözleri yukarıda yazdığım kadarı aklımda. Bu müzik kimin için yapılmış kaynağını bilmiyorum, ama biri çıkar 'dedem için yapmışlar' derse onu da kayda alabilirim. Babaannemden, anneannemdem öğrendiğim kadarıyla her oyuncunun farklı bir melodisinin olduğuydu. Çeçen oyun (veya dans ta diyebiliriz) karakteri tamamen doğaçlamaya dayalı olduğu için müzik de ona uygun olarak şekilleniyordu. O zamanki mızıkacılar dansçının hareketlerine uygun müziği bulacak ve doğaçlama çaldığı bu müziği de hafızasında saklayabilecek yetenekteydiler. Düğün halkasını gözünüzde canlandırın, birden A kişisi oyun alanına itiliyor. A kişisi sağ ayağı önde başlıyor oyna. Sağ ayağı önde sol ayak biraz kırılmış durumda arkadan takip ediyor. Üç defa sağ ayak önde giderken sol ayak onu arkadan takip ediyor, dördüncü adım da sol öne geçiyor. Müzisyen kızımız bakıyor A kişisi sayısal takılıyor,ilk girişte çaldığı oyalama müziğinden oyuncunun tarzına uygun ritmleri tutmaya başlıyor.(Dikkat edin bu gün bile müzisyenler hep aynı oyun müziğini çalsalarda başta biraz enstrümanın körüğünü çekiştirip oyalama müziği çalarlar.) A kişisi ilk defa oyun halkasında ve onun nasıl dans edeceği merak konusu. Gözler oyuncuda, kulaklar müzikte, ne çıkacak. Burada Çeçenlerin ilk çağlardaki ritüellerinin çeşitli evrimler geçirerek günümüze gelişini görmekteyiz. Ayinlerden eğlenceye dönüşen dans ve müzik kişilerin kendilerini anlatma aracına dönüşüyor. Düğünümüze tekrar dönersek müzisyen kızımız birinci adım yere basarken ZABBA, peşindeki sol basarken Rİ sesini veriyor. İkinci de aynı, üçüncüde sağ adım önde ZABBARİ diye esnerken, sol ayak dördüncü olarak öne geçerken müsisyen ZABBA sesini veriyor. Bu ritm sağlı sollu oyuncu bıkana kadar devam eder. İsterseniz kalkıp deneyin. İlk başlangıç için sağ adım yeterli yan yan gideceksiniz. 1-ZABBA sağ ayağınızı atın, Rİ solu çekin 2-ZABBA sağ ayağınızı atın, Rİ solu çekin 3-ZABBARİsağ ayağınızı atın 4- ZABBA sol ayağınızı uzun öne atın. Hemen belirtmeliyim oyun anlattığım kadar kolay bir oyun değil. Bu nadir oyun ayak geçişlerine uygun el kol hareketleriyle de farklı yorumlanabiliyordu. Fakat herkes tarafından da yorumlanabilan bir oyun olmadığını belirtmekte yarar var. Özel bir oyun olarak kalmış. Onca değişik müzik onca değişik oyun unutulmuş Zabbari unutulmamıştı. Mesela babaannemden duyduğum Mazo'nun müziği ve oyunu çoktan unutulmuştu bile. Kur Mazo ismindeki şahıs çok şık giyinirmiş, çizmeleri hep pırıl pırılmış. Kur Mazo'nun müziğinin sözleri şöyle: Kxa döxküne sako eçna, Beş yöxküne koloş eçna, Vistin vakka Ekkin vakka, Kur Mozo ho helxa vala. Türkçesi: Tarlayı satıp sako almış, Bahçeyi satıp ayakkabı almış, Şişip öl patlayıp öl, Kur Mazo sen dans et. Görüldüğü üzre oyuncunun sosyal durumu da müziğine yansıyor. Buradan Zabbari'ye dönecek olursak Kur Mazo gibi Zabbari'de bir isim olabilir. Öteye atla beriye atla zabbari zabba... Herkesin bir havası (müziği, çeçence YİŞ) olması bana müthiş geliyor. Bir kültür zamanında her oyun karakterine uygun müziği oluşturuyordu. Kültürü belirleyen en önemli göstergelerden birinin müzik diğerinin edebiyat olduğunu iddia ederler. 146 yılımızı yadettiğimiz şu günlerde elimizde avcumuzda hiçbirşeyin kalmadığını yavaş yavaş erdiğimizi bize Zabbari çok güzel anlatıyor. Yarın Zabbari'de çalmayacak, zaten oynayan da kalmadı. Olsa da oyuncu o havayı nasıl yakalayacak. Özel kişilerin oynadığı özel bir oyundu. Zabbari Türkiye'deki yıllarca özel olmuş son Çeçen melodisiydi. Zabbari gibi dansa göre melodi uyduran müzisyen kızlarımız da yok artık. Niye olsun ki devir değişti artık. Mızıka çalmanın eski albenisi mi kaldı. Artık farklı bir sosyal hayatın içindeyiz. Dedemin zamanında arkadaşı dertli dertli' Va Mahmut sekiz kızım var, nasıl evlendireceğim bunları' der. Dedem de 'bir mızıka al en büyüğü öğrensin, sonra o küçüğüne öğretir' der. Gerçektende her kız mızıka çala çala babasının avlusunundan ayrılmış. Yani görüldüğü gibi o zamanlarda gerçek yetenekler çabuk keşfediliyormuş. (Da ma lalxal, sa ma lalxal Zabbari zabba...) Öteye atla beriye atla zabbari zabba...
Nihayet benim oynamaya başladığım düğünlerde eğlencelerde Çeçen, Lezginka, Kafe çalardı. Çardaktaki düğünlerde mızıkayla genelde bir iki farklı melodiyle oynardık. Arasıra Zabbari çalar arada birileri Zabbari Zabbari Zabba diye mırıldanırdı. Zabbariye sözle eşlik edilip söyleniyorsa, Mazo'nun müziğinde de sözler tempolu olarak söyleniyorsa bugün neden söylenmesin diye düşündüm. Benim oynadığım zamanlardaki düğünlerde müzik standart olduğu için söz yazmak zor olmadı. Nihayet Tekin Toka abimin düğününde ritme uygun lafları yanımdaki Fatih Bolat'la paylaştım. BALLA BAKKA geniş daire şeklinde dön veya tur at, KOGGA BAKKA ayak at, DİKKA HAVZA iyi dön. Sözler bunlar, bir oyunda erkeğin yapacağı hareketlerin özeti. Oyuna çıkıp halkanın içinde bir tur atacaksın, ayak hareketleri yapacaksın, dönebiliyorsan da iyi döneceksin. Açıklamayı yaptım Fatih tamam söyleyelim dedi. Fatih'le biz tempoyla başladık halkadakiler şaşırdı. Ulan ne diyor bunlar diye bize bakıyorlar. Şaşkınlık kısa sürdü rahmetli Hüseyin dayım bağırıp durmayın orda diye fırçasını atınca anında sustuk... Aradan kaç yıl geçti bilmiyorum ama geçen bir yerlerde gençler BALLA BAKKA... diye tempo tutuyordu. Zabbari mırıtıları başka şekle dönmüştü. Artık herkese ayrı müzik yoktu ne çalıyorsa onunla oynanıyordu. Arada bir aşka gelip BALLA BAKKA... diye bağırıp coşuyorlardı. Dilerim sonsuza dek coşkularından hiç birşey kaybetmeden oyunlarını sürdürürler. Faruk Kutlu 6 Mayıs 2010 İstanbul

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Her dans edenin ayrı bir melodisi olduğunundan haberdar ancak bu melodilerin oyun anında doğaçlama çıktığına tanık olamamış bir yaştayım. Hayal meyal hatırlıyorum muharbi'nin gıcırdayan köprüsünü ama az da oynamadım arklardan akan suyla.

Çardak ve yöresinde bir çok düğüne katıldım. Köydeki düğünler kadar şehirdeki düğünler de aynı heyecanı uyandırırdı bende. Dans, müzik... Yaşım küçük diye izin vermezdi büyüklerim düğünde dans etmeme, tamadanın gözünün içine bakardım beni oyuna çıkarması için. Onlar isterse ancak aralardan sıyrılır da çıkardım halkaya, o dansın tüm kurallarını uygulamak kaydıyla. Yaptığım bir hata ya da gözden kaçırdığım bir nokta olursa annem mutlaka bilgilerimizi tazelerdi abimin de benim de.

Ancak son yıllardaki kültür deformasyonu yüzünden heyecanlanmak bir yana, üzülüyorum düğünlerde. Müzik; almış başını gitmiş, çubuklu bir davul gelmiş, ne oynayanın yaşına bakıyorlar ne oyun tarzına, herkes için aynı ritm, aynı hız... Dans; ben görmedim kadın ile erkeğin birbirine yanlışlıkla bile olsa dokunduklarını, görmedim erkeğin selamını almadan tek başına arkasını dönüp de yürüyerek sırasına döndüğünü, görmedim bir erkeğin bir kadınla dans ederken sıradan bir ikincisini çıkardığını. Sakız çiğneyerek dans eden, tamadanın izni olmadan dansa çıkan, düğün halkasındaki laubali davranışlar hele...

Dönüp de kaynağını sorgulamaya çalışıyorum bu durumun. Son 10 yılda gözlemlediğim bu hızlı yozlaşmanın kaynağı ne olabilirdi ki? Pek çok teori ürettim, hepsini ayrı ayrı düşünmek için zaman ayırdım. Bizim toplumumuz, büyük göçten sonra vatanlarından ayrıldıkları için hasretle sarıldı elindeki değerlere. Birkaç nesil mücadele ettiler asimile olmamak, karışmamak için. Ta ki benim dönemime kadar. Arada kaldık, anlayamadık çevremizi. Bizim için anneye babaya saygı en önemli şey iken başka insanlar gördük ağızlarından küfür düşmeyen. Eğitim için, para kazanmak için mecburduk sosyal olmaya, ama bizim insanımız çok azdı. Mecburen iki maske taşıdık yanımızda, bir ailemiz bir sosyal çevremiz için. Hala bulamam maskesiz halimin neye benzediğini. Bu Çardak ve civar köylerde yaşayan Çeçen halkının bence maruz kaldığı birinci tehlikeli dönemdi. Bu dönemi burada noktalıyorum.

Tüm bunlar devam ederken, Türkiye'de yaşayan Türkler için de benzeri bir değişim dönemi yaşandı. Özel televizyonlar, devlet politikaları, bilgiye erişimde kolaylık ve internet derken yozlaştılar. Dansöz olmak ayıplanırken bir anda el üstünde tutulmaya başlandı. Manken olmak, futbolcu olmak önemli oldu. Okuyup doktor olacaklar azalırken zengin koca bulup evleneceğim diyenler arttı mantar gibi. Amaç sadece diploma almak oldu, Ekim'in 29'u AVM'lerde büyük indirim günü sanıldı. Milli günlerin anlamı atıldı, tatiline bakıldı. 'Maraba Televole' diyorum ben kendi kendime bu akıma kurban gitmiş arkadaşlarıma. Durduramadık, farkedemedik, şimdi neden diye sorar gibiyken unutuveriyoruz. Bunları neden yazdım, benzeri durum Çeçenistan'da yaşayanlar için de oldu. Onlar da öz kültürlerini mecburen unuttular ve değişime uğradılar.

Bu aşamada da Türkiye'de yaşayan Çeçenler için ikinci tehlikeli dönem başladı. Çeçenistan'dan gelenlere parlak gözlerle imrendik, işte dedik, gerçek Çeçenler! Aslında kültürünü ve geleneğini koruyanlar bizlerdik, benim annemdi, benim babamdı. Ama dört elle sarıldık anavatandan gelene, öz olan sizsiniz dedik.

Neticede ne dans kaldı ne müzik. Ne mızıka çalmaya özenen kaldı ne doğaçlama yapmaya çaba sarfeden.

Ben? Ben işin içinden çıkamadım ve bıraktım 'biz, siz' demeyi. Kendime bir kültür yarattım, bir de klan. İçimden gizli gizli yaşıyorum onu kimseye anlatmadan.

İstanbul gibi bir yerde evime giderken yaşlı bir amca gördüğümde neden karşıya geçmiyorum önünü keserek? İşte bu tamamen bilinçaltından.

Sevgiyle,

Adsız dedi ki...

Her dans edenin ayrı bir melodisi olduğunundan haberdar ancak bu melodilerin oyun anında doğaçlama çıktığına tanık olamamış bir yaştayım. Hayal meyal hatırlıyorum muharbi'nin gıcırdayan köprüsünü ama az da oynamadım arklardan akan suyla.

Çardak ve yöresinde bir çok düğüne katıldım. Köydeki düğünler kadar şehirdeki düğünler de aynı heyecanı uyandırırdı bende. Dans, müzik... Yaşım küçük diye izin vermezdi büyüklerim düğünde dans etmeme, tamadanın gözünün içine bakardım beni oyuna çıkarması için. Onlar isterse ancak aralardan sıyrılır da çıkardım halkaya, o dansın tüm kurallarını uygulamak kaydıyla. Yaptığım bir hata ya da gözden kaçırdığım bir nokta olursa annem mutlaka bilgilerimizi tazelerdi abimin de benim de.

Ancak son yıllardaki kültür deformasyonu yüzünden heyecanlanmak bir yana, üzülüyorum düğünlerde. Müzik; almış başını gitmiş, çubuklu bir davul gelmiş, ne oynayanın yaşına bakıyorlar ne oyun tarzına, herkes için aynı ritm, aynı hız... Dans; ben görmedim kadın ile erkeğin birbirine yanlışlıkla bile olsa dokunduklarını, görmedim erkeğin selamını almadan tek başına arkasını dönüp de yürüyerek sırasına döndüğünü, görmedim bir erkeğin bir kadınla dans ederken sıradan bir ikincisini çıkardığını. Sakız çiğneyerek dans eden, tamadanın izni olmadan dansa çıkan, düğün halkasındaki laubali davranışlar hele...

Dönüp de kaynağını sorgulamaya çalışıyorum bu durumun. Son 10 yılda gözlemlediğim bu hızlı yozlaşmanın kaynağı ne olabilirdi ki? Pek çok teori ürettim, hepsini ayrı ayrı düşünmek için zaman ayırdım. Bizim toplumumuz, büyük göçten sonra vatanlarından ayrıldıkları için hasretle sarıldı elindeki değerlere. Birkaç nesil mücadele ettiler asimile olmamak, karışmamak için. Ta ki benim dönemime kadar. Arada kaldık, anlayamadık çevremizi. Bizim için anneye babaya saygı en önemli şey iken başka insanlar gördük ağızlarından küfür düşmeyen. Eğitim için, para kazanmak için mecburduk sosyal olmaya, ama bizim insanımız çok azdı. Mecburen iki maske taşıdık yanımızda, bir ailemiz bir sosyal çevremiz için. Hala bulamam maskesiz halimin neye benzediğini. Bu Çardak ve civar köylerde yaşayan Çeçen halkının bence maruz kaldığı birinci tehlikeli dönemdi. Bu dönemi burada noktalıyorum.

Tüm bunlar devam ederken, Türkiye'de yaşayan Türkler için de benzeri bir değişim dönemi yaşandı. Özel televizyonlar, devlet politikaları, bilgiye erişimde kolaylık ve internet derken yozlaştılar. Dansöz olmak ayıplanırken bir anda el üstünde tutulmaya başlandı. Manken olmak, futbolcu olmak önemli oldu. Okuyup doktor olacaklar azalırken zengin koca bulup evleneceğim diyenler arttı mantar gibi. Amaç sadece diploma almak oldu, Ekim'in 29'u AVM'lerde büyük indirim günü sanıldı. Milli günlerin anlamı atıldı, tatiline bakıldı. 'Maraba Televole' diyorum ben kendi kendime bu akıma kurban gitmiş arkadaşlarıma. Durduramadık, farkedemedik, şimdi neden diye sorar gibiyken unutuveriyoruz. Bunları neden yazdım, benzeri durum Çeçenistan'da yaşayanlar için de oldu. Onlar da öz kültürlerini mecburen unuttular ve değişime uğradılar.

Bu aşamada da Türkiye'de yaşayan Çeçenler için ikinci tehlikeli dönem başladı. Çeçenistan'dan gelenlere parlak gözlerle imrendik, işte dedik, gerçek Çeçenler! Aslında kültürünü ve geleneğini koruyanlar bizlerdik, benim annemdi, benim babamdı. Ama dört elle sarıldık anavatandan gelene, öz olan sizsiniz dedik.

Neticede ne dans kaldı ne müzik. Ne mızıka çalmaya özenen kaldı ne doğaçlama yapmaya çaba sarfeden.

Ben? Ben işin içinden çıkamadım ve bıraktım 'biz, siz' demeyi. Kendime bir kültür yarattım, bir de klan. İçimden gizli gizli yaşıyorum onu kimseye anlatmadan.

İstanbul gibi bir yerde evime giderken yaşlı bir amca gördüğümde neden karşıya geçmiyorum? İşte bu tamamen bilinçaltından.